Peter Hudis: ABD’deki gençler sosyalizmi tartışıyor

Sevgi Doğan,
Peter Hudis

Interview with Peter Hudis by Sevgi Doğan on the pandemic, the recent rebellion, and the socialist alternative. First appeared in in Turkish translation in the journal Gazete DuvaR – Editors.

Translated by
Sevgi Doğan

Originally appeared here.

Amerika Birleşik Devletleri’nde ırkçılık, Covid-19, toplumsal cinsiyet meselesi, gelecek seçimleri ve diğer önemli konuları Oakton Community College’da felsefe ve insan bilimleri alanındaki Prof. Peter Hudis ile konuştuk. Hudis, ABD’deki ırkçılık karşıtı eylemleri, devletin Covid-19 karşısında verdiği sınavı ve toplumsal değişimleri değerlendirdi ve “Bugün ABD’deki gençler açıkça sosyalizmi tartışıyor ve çoğu durumda onu bir yüzyıla yakın bir zamanda görülmeyen düzeyde kucaklıyorlar” dedi.

Covid-19’un neden olduğu kriz bir yandan insanların yaşamlarını etkilemeye devam ederken, diğer yandan sonu gelmeyen ırkçılık tekrar harekete geçmeye başladı. Silahsız bir Afrika-Amerikalı olan George Floyd, Minnesota Minneapolis’te bir polis memuru tarafından boğularak öldürüldü. Öldürülmesinin ardından Amerika Birleşik Devletleri’nde protestolar yayıldı ve bir düzine eyalette insanlar ırkçılığa ve polis şiddetine karşı sokağa çıktı. Bu durum Birleşik Devletler Başkanı Donald Trump tarafından çoktan siyasi bir silah haline getirildi bile. En azından 16 eyaletteki 25 şehirde Los Angeles’tan Atlanta’ya kadar sokağa çıkma yasakları uygulanmaya başlandı. Maalesef ki George Floyd bir polis memuru tarafından öldürülen ilk kişi olmayacaktı. 2014 yılında Eric Garner de aynı şekilde öldürülmüştü. Eric Garner olayında polis memurunun işten çıkarıldığı söylense de suçlu bulunmamıştı. Irkçılığa karşı önlemlerin alınmaması ve suçluların cezasız bırakılması aynı olayların kolaylıkla tekrarlanmasını sağlamıştı. Eric Garner’in annesi George Floyd’un ölümüyle ilgili şunları dile getirdi: “Mahallelerimize gelmeyi ve acımasızlaşmayı, terörize etmeyi, öldürmeyi bırakmalılar”, “Bu tekrar ve tekrar olmaya devam ediyor” dedi. Bu acımasız katliamın da gösterdiği gibi ırkçılık Birleşik Devletler’in politik gündeminden hiç düşmüyor.

Bu konuyu da kapsayacak şekilde Peter Hudis ile Amerika Birleşik Devletleri’nde ırkçılık, Covid-19, toplumsal cinsiyet meselesi, gelecek seçimleri ve diğer önemli konuları konuştuk. Peter Hudis Oakton Community College’da felsefe ve insan bilimlerinde profesör. Marx’s Concept of the Alternative to Capitalism (Brill, 2012) ve Frantz Fanon: Philosopher of the Barricades (Pluto, 2015) gibi kitapların yazarıdır. Ayrıca Rosa Luxemburg’un yazılarının ve mektuplarının editörlüğünü yapmıştır: The Rosa Luxemburg Reader (Monthly Review Press, 2004), The Letters of Rosa Luxemburg (Verso, 2013), The Complete Works of Rosa Luxemburg, Volume I Economic Writings 1 (Verso, 2014) ve The Complete Works of Rosa Luxemburg, Volume III: Political Writings 1: On Revolution-1897-1905 (Verso, 2019).

ABD’de Covid-19, toplum ve birey üzerindeki etkileri ve olası sonuçları hakkında birkaç soru yöneltmek istiyorum. ABD’de korona virüs yüzünden ölü sayısı 60 bini geçti. Bununla birlikte, Donald Trump, federal hükümetin bu ölüm oranına rağmen korona virüsü sosyal mesafe yönergelerini uzatmayacağını söyledi. Trump mümkün olduğunca çabuk normale dönmek istiyor ve 2020 seçimlerinin kampanyalarına bir an önce başlamayı hedefliyor. Temel neden bu mu sence? Trump’ın amacı ne? Korona virüsü açısından Trump’ın politikalarını değerlendirebilir misiniz?

Peter Hudis.

Aslına bakılırsa, Covid-19’dan kaynaklı ölüm oranı 100 bini geçti. Ve bu sayılar artmaya devam edecek, özellikle de birçok işletme ve okul erken açılmaya itildiğinden. Trump ve destekçilerinin bir an önce sosyal mesafeye son vermek istemelerinin temel nedeni insan yaşamı üzerindeki niceliksel ekonomik büyümeye değer vermeleridir. ABD ekonomisi şimdiye kadarki en şiddetli ekonomik çöküşünü yaşıyor -1930’ların Büyük Buhranı’ndan bile daha kötü. Ancak bu, halka Trump’ı ilgilendiren kâr ve sermaye birikimi riskleri kadar zarar vermez. Tabii ki, aynı zamanda yeniden seçimi kazanmak istiyor, ancak bunu yapmak için sosyal mesafeye hızlı bir şekilde son vermek zorunda değil, çünkü Amerikalıların büyük çoğunluğu sosyal mesafe kurallarını onaylıyor ve çoğu ikinci bir enfeksiyon dalgasını önlemek için onlara uymak istiyor. Ve elbette, on milyonlarca insanın eve kapanmasıyla büyük ekonomik zararlar kaydediliyor. Bununla beraber, Trump hastalıkta ölenlerin büyük çoğunluğunun siyahlar, Latin kökenliler, göçmenler, yaşlılar ve yüksek nüfus yoğunluğuna sahip bölgelerde yaşayan ve Demokratlara oy verme eğiliminde olanların olduğunun çok iyi farkındadır. Irkçı ve kadın düşmanı dünya görüşü göz önüne alındığında, neden onlar için endişelensin ki? Ancak sorun bundan daha da derine iner, çünkü Trump’ın sosyal bir fenomen olarak temsil ettiği şey, derin toplumsal bir öneme sahip bir şeydir— insandan nefret etme (misanthropy). Kâr ve sermayeyi -canlı emeği– insanlara karşılık -ölü emeği- sevmek insanlığa olan nefretinin nihai ifadesidir. Trump’ı ve onun ABD’deki nüfusun önemli bir bölümü tarafından desteklenmesinin nedenini, her ikisini de büyük ölçüde yönlendiren şey olarak insandan nefret etme (misanthropy) meselesini düşünmeden anlayamazsınız.

Trump’ın korona virüsü ile ilgili politikası bilim insanlarının fikirlerinin tam karşısında duruyor gibi görünüyor. Bir konuşmasında Trump “Covid mikrop öldürücü enjeksiyon” olarak tanımladı. Bu onun politikalarının entelektüel ve bilim karşıtı bir nitelik taşıdığını gösteriyor gibi. Bugünlerde yapılan tüm anketler, Amerikalıların Trump’ın Covid-19 ile mücadeleye nasıl liderlik ettiği konusunda memnuniyetinde belirgin bir düşüş gösteriyor. Trump’ı seçimlerde nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsandan nefret etmenin aynı zamanda akıldan nefret etmeyle yan yana gittiği bir giz değildir. Bu durumun en aşırı ve olağanüstü ifadesi faşizmle sonuçlanan Avrupa’daki karşı aydınlanma tarihinde açıkça görülmektedir. Trump ve takipçilerinin “faşist” olarak etiketlenmesi gerekip gerekmediği tartışılabilir, ancak hem insanlığın hem de aklın nefreti faşizmi açıkça canlandırdı. Bu yüzden Trump tıbbi gerçeklere veya rasyonel argümanlara dikkat etmez. ABD toplumu her zaman güçlü bir anti-entelektüelist gerginlik yaşamıştır, ancak son yıllarda özellikle ABD “toplumunun” yabancılaşmış karakteri giderek daha belirgin hale geldiğinden, bu durum özellikle baskın hale gelmiştir. Bu kadar çok desteğinin olmasının bir nedeni de cehaletini borazanla bu kadar açık bir şekilde ilan etmesi, bu da takipçilerinin çoğuna “onlar gibi” birisinin ülkeyi yönetebileceğine dair güvence veriyor! Gerçekten, halkın büyük kesimleri arasında Trump’a karşı artan bir tiksinme var, ancak 2020’deki seçimleri hala kazanması mümkün. Onun için iyi gidecek birkaç şey var: Birincisi, nüfusun yaklaşık yüzde 40’ından sağlam bir desteği var, seçim kampanyası sırasında her türlü blöfü yapabilen Biden gibi çok zayıf bir rakibi ve sosyal mesafeyi bir an önce sona erdirerek tersine çevirmeyi hedeflediğini iddia ettiği bir tanker ekonomisi var. Bernie Sanders veya Elizabeth Warren aday olsalardı, Trump çok daha güçlü rakiplerle karşı karşıya kalacaktı, ancak kasıma kadar çok şey olabilir, kimse sonucu tahmin edemez. Ancak bildiğimiz şey, Cumhuriyetçilerin bir süredir hazırladıkları kitlesel bir seçmen baskısı yapacaklarıdır. Delegeler kurulu göz önüne alındığında, Trump’ın yeniden seçilmesi için oyların yüzde 50’sini almasına gerek yoktur; yüzde 45’ten daha az bir oyla galibiyet alabilir.

Bununla birlikte, 26 Mayıs’ta silahsız bir siyah adamın Minneapolis’te polis tarafından öldürülmesi siyasi manzarayı dramatik olarak yeniden şekillendirme potansiyeline sahip. Trump bile ilk başta George Floyd’u boğarak öldüren polis memurunun yanlış yaptığını kabul etmek zorunda kaldı; ama Siyahlar ile Latin kökenliler ve beyaz taraftarları arasındaki protestolar patlak verir etmez, Trump Ulusal Muhafızlar’ı getirerek sokaktaki herkesi şiddetle, ateş ederek öldürmekle tehdit etti. Cinayet ve idarenin verdiği tepki, ülke çapında, kimileri tek seferde 10 bin veya daha fazla kişiyi içeren gösterilere yol açtı ve Minneapolis’in kendisinde açıkça bir isyan biçimini aldı. Trump’ı destekleyen ırkçı gericilerin, rakipleri karşısında, özellikle de gençlerin kararlı duruşu karşısında, daha da şiddetli hale gelmesini bekleyebiliriz. Bu son protestolar, salgının meydana gelmesinden bu yana büyük çaplı kamu gösterilerinin ilk kez patlak verdiğini gösteriyor ve bu, yakın zamanda, hiç olmazsa, hiç kaybolmayacak olan, yenilenmiş bir hareketin ortaya çıktığının bir işaretidir.

Korona virüsü ile biyo-politika arasındaki ilişki hakkındaki tartışmaları takip etmiş olmalısınız. Tartışma, sıradan yaşamın olağanüstü hâl haline geldiğini ve kapanmaya yönelik önlemlerin insan haklarını ihlal ettiğini iddia eden İtalyan filozof Giorgio Agamben ile başladı. Diğer İtalyan filozof Roberto Esposito ise alternatifin İngilizlerinki olduğunu söyledi. İtalya ile başlayan ve Avrupa’da alınan bu önlemlerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu dönemde bilhassa entelektüel tartışmalara biyo-politikanın egemen olacağına inanıyor musunuz?

Agamben’in yürüttüğü tartışmalarla ilgili bir eleştiriyi The International Marxist-Humanist web dergisi üzerinden yaptım. Ne zamanki toplumsal bir kriz meydana gelsin, mevcut toplum güçleri, kendi amaçları için bundan faydalanmak isterler. Bunu bilmek için Agamben okumaya gerek yok. Ancak Agamben, başlangıçta bir kriz olmadığını, salgının büyük ölçüde abartılmış bir yanılsama olduğunu iddia etmekte tamamen yanılıyor. Bu konuda, salgını Çin hükümeti tarafından oluşturulan bir komplo olarak veya Demokratların Trump yönetimindeki ekonomik “toparlanmayı” “sabote etmek” için icat ettiği bir konu olarak gören Trump ve destekçilerine çok benziyor. Salgın gerçek, insanlar bu yüzden ölüyor ve Agamben’in kınadığı toplumsal kısıtlamalar olmasaydı bundan çok daha fazlası ölüyor olacaktı. Onun nereden geldiğini anlıyorum: Olağanüstü hâl teorisi var, biyo-politikanın varyasyonuna sahip; bu teorisine o kadar aşık ki, bu teori onun salgının gerçekte sahip olduğu insanın ödemesi gereken bedeli anlamasına izin vermiyor. Tek kelimeyle, kendi teorisini insanlıktan daha çok seviyor. Açıkçası insandan nefret etmenin (misanthropy) başka bir ifadesidir. Fakat buna çok şaşırmamak lazım çünkü son yarım yüzyıl boyunca sol Heiddegeryan düşüncesinin büyük bir kısmı ve daha fazlası, insan sevmeyen öncüllerden ilerlemiştir. Bazı sınırlama politikaları insan haklarının ihlali midir? Belki de. Ama çoğu değil: Agamben ve Trump’ın takipçilerinin çok az dikkat ettikleri insanların yaşama mücadelesini onaylıyorlar. Yüz maskesini takmayı reddederek sokakta yürürken başka bir kişiyi öldürme riskine atma hakkına sahip değilim; Zoom üzerinden ders vermek yerine öğrencilerin yüz yüze derslere katılmaları konusunda ısrar ederek onları öldürme riskine atma hakkına sahip değilim. Ve eğer başkalarının hastalığına ve ölümlerine yol açıyorsa, teorisi için gerçeği göz ardı etmeye hakkı yoktur.

Açık olmak gerekirse, çevrimiçi öğretimi reddediyorum ve bunu insanlık için kötü bir şey olarak görüyorum. Ancak bu istisnai -evet, istisnai– koşullarda çevrimiçi öğretmek gerekir. Bazı meslektaşlarım Covid-19 ile karşılaşma riski yüksek yaşlı akrabalarla yaşıyor: Sadece Profesör Agamben’in biyo-politik özel varyantını vurgulamaya karar verdiği için hocaları sınıfa geri dönmeleri için zorlayarak sevdiklerini acı verici bir ölüme mahkûm etmemiz gerekiyor mu? Hayır, salgının biyo-politikayla bir ilgisinin olduğunu düşünmüyorum. Acil küresel bir sağlık durumu ile ilgisi var. Sorun hareket, istihdam vb. üzerindeki toplumsal kısıtlamalar değildir; sorun tam tersidir—toplumun daha yoksul, daha marjinal ve ezilen kesimleri bu kısıtlamalara uymayı çok daha zor uygulayabiliyor. Hapisteyseniz, bir et işleme tesisinde çalışıyorsanız, bir otobüs sürüyorsanız veya evsizseniz, virüsü taşıyabilecek başkalarıyla temastan kaçınmak çok daha zordur. Dolayısıyla bu bireylerin diğerlerinden çok daha fazla sayıda ölmesi tesadüf değildir. Sorun, sosyal mesafenin dayatılması değil, aynı zamanda uygulanmasının tutarsız ve eşitsiz yoludur. İkincisi, biyo-politiğe değil, kapitalizmin politik ekonomisine dayanır.

Korona krizinin bir sonucu olarak, “korona ekonomisi” dediğimiz şey ortaya çıktı yani işten çıkarmalar, ücretsiz izinler, işe alım ve ücret dondurma, bütçe kısıtlamaları vb. şeyler oldu. Bu üniversiteleri de etkiledi. Aslına bakılırsa iş güvenliği ve güvencesizlik her zaman büyük bir sorundu. Covid-19 ile birlikte bu ikisi arasında yani iş güvenliği ile güvencesizlik arasındaki yarık iyice derinleşti mi? ABD’deki üniversiteler açısından durumu değerlendirebilir misiniz ve öğrenciler ile üniversite çalışanları, akademisyenler bu bütçe kısıtlamalarından nasıl etkilendiler?

Kapitalizm her endemik krize tepki verdiğinde, her türlü toplumsal eşitsizliğin derinleştiğini söylemeye gerek yok. Ve şimdiki durum da böyle. Hükümet tarafından kurtarılan büyük bankalara ve büyük şirketlere yüz milyarlarca dolar verilirken, göçmenler, mahkumlar ve evsizler hiçbir şey alamıyorlar ve birtakım hükümet yardımları alan işçiler bile Temmuz’dan sonra ABD’de artık bu yardımı alamayacaklar. Ve birçok küçük işletme çok az veya hiç destek almazken, büyük olanları beklenmedik finansal yardım alırlar. Ancak kriz bundan daha derindir. Küresel kapitalizm salgından önce bile derin bir ekonomik bataklıkla karşı karşıyaydı -daha düşük kâr oranları elde ederken sisteme büyük miktarlarda likidite pompalamaktaydı. Şimdi salgın burada ve yanıt, daha zayıf, daha küçük ve daha az kârlı sermaye birimlerini varlığından uzaklaştırmak için salgını kullanmaktır. Sermaye, daha harcanabilir bileşenleri pahasına değerle birlikte büyüyecektir. O hep öyleydi, sermaye toplumdaki tüm egemen güç olduğu sürece hep öyle olacaktır. Bu bir komplo değil ve planlanmış bile değil; kapitalizmin sıkıntı koşullarına cevap vermesinin doğal yoludur. Eldeki tek soru, sermayenin bu yıkımının ne kadar geniş olacağı ve insan yaşamının ne kadar yıkım gerektireceğidir. Endişelenmemiz gereken şey budur: Teorilerimiz insanlığa fayda sağlamak için vardır, tersi için değil.

Krizin öğrenciler üzerindeki etkisi açısından bakıldığında, birçoğu artık iş beklentisi ile karşı karşıya değil, çoğunluğu kredi borcuyla karşı karşıya ve her zamankinden daha fazla çevrimiçi “öğrenmeye” (bence tam bir yanlış adlandırma) vurgu yaparak gerekliliği erdem edinen bir eğitim sistemiyle yüz yüzeler. Bu sistemden en çok çekenler part-time (yarı zamanlı) ders veren hocalardır; onlar pek çok üniversitede sınıfların yüzde 70’ine ders veriyorlar. Birçok üniversite şu anda tam zamanlı fakülte yönetim kurulunda yüzde 20 ile yüzde 25 maaş kesintisi ve/veya işten çıkarmayı planlıyor. Birçok öğrenci “elit” bir kolejde çevrimiçi ders almak için neden yılda 50 bin dolar ödediğini soruyor, bu yüzden birçok üniversitede kayıt oranları düşüyor. Talep ettiğimiz şey, yöneticilerin ücretini düşürüp azaltarak, atletik programlara sübvansiyonları ortadan kaldırarak ve birçok kolejin biriktirdiği büyük borcu ödemeyi reddederek herhangi bir kesintinin yukarıdan yapılmasıdır.

Irka dayalı, toplumsal cinsiyet temelli, cinsel, ulusal ve sınıfla ilgili TÜM eşitsizlikler böyle bir krizde gittikçe daha şiddetli hale gelir. Bu nedenle, iş güvenliği büyük ölçüde zarar görmüştür ve misafir veya part-time ders veren hocalar gibi profesörler, bu güvenliğin en azına sahip olanlar geçim kaynaklarına ciddi bir saldırı ile karşı karşıyadır. Seçkin kurumlarda daha iyi ücretli akademisyenler bundan çok çekmiyorlar, ancak daha az kıdeme sahip olanlar (veya hiç olmayanlar) bundan zarar görüyorlar. Ancak durum karmaşık ve tüm bunların nasıl biteceği tam olarak belli değil. Bazı kurumlar ve devlet üniversiteleri kayıtlarının arttığını görebilirler çünkü işlerinden edilen öğrenciler okula gitmek için daha ucuz okul bakacaklardır. Bu yüzden herkesi kapsayan tek bir eğilim yok.

Salgın hastalara verilen yanıtın taşeron işçilerin koşullarını nasıl kötüleştirdiğine dair kanıtlarımız var. Amazon, salgının başlamasından bu yana 150 binden fazla yeni işçi işe aldı, ancak sendikalaşma çabalarına ve işçilerin daha güvenli çalışma koşulları ve işyerinde sosyal mesafe taleplerine aktif olarak direniyor. Burada bir mücadele, bir sınıf mücadelesi var, bahsettiğimiz Amazon ve yüzlerce başka şirkette sonuçları ortada. ABD’de bundan çıkan yeni bir emek hareketinin işaretlerini görüyorum, ancak bunun gerçekten gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecek.

ABD’de korona virüsü ile ilgili sağlık sistemi hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz? Nasıl etkilendi? İnsanlar maliyeti nedeniyle onun üstesinden gelebiliyorlar mı?

ABD, herhangi bir sanayileşmiş ülkenin en kötü sağlık sistemine sahiptir. Sanders’ın savunduğu gibi tek ödemeli bir sağlık sistemi kampanyasının bir anlamı olmuş olsaydı, şimdi kesinlikle anlamlı olurdu. Şimdi seçimlerin dışında olması, sağlık sisteminin bu gerekli dönüşümünü belirli bir dereceye kadar görmezden gelmesine neden oluyor, birkaç aydır talebe fazla dikkat etmeyen birçok kişi bunu şimdi yapmasına rağmen. Çoğu en iyi zamanlarda bile, hatta maliyetten düşülebilir tutarlar ve primler düşüldükten sonra sigorta yaptırmak için yeterince şanslı olsalar bile, tıbbi bakımın maliyetlerini karşılayamazlar. Ancak durum şimdi daha da kötü. İnsanlar yemek yemek ya da tıbbi tedavi görüp görmemek arasında karar veriyorlar, durum bu derece ciddi.

Covid-19 döneminde kadınların erkeklerden daha savunmasız olduğu görülüyor çünkü evde iş yükleri çoğalıyor, özellikle çocuk sahibi olanlar için. Bir araştırmaya göre kadınların araştırma verimliliği eve kapanmalarla azalıyor. Örneğin, bazı dergilerin editörleri, kadın akademisyenlerin aksine erkeklerin başvurusunun arttığını iddia ediyor. Görünmez emek veya gizli iş hakkında her zamankinden daha fazla konuşmaya başladığımızı düşünüyor musunuz?

Evet, bence bu toplumsal cinsiyet ayrımları da daha da kötüleşiyor, çünkü artık pek çok kadın, çocukları da evdeyken yani okulda değilken, evden çalışmak zorunda. Ev işçiliği yeniden yapılandırılmadığında veya yeniden düzenlenmediğinde, böyle bir kriz sayısız eşitsizliği ön plana çıkarır. Ancak ırkçılığın, kuruluşundan bu yana ABD toplumunun Aşil (Achilles) topuğu olması nedeniyle, ırk ayrımcılığının şu anda en belirgin hale geldiğini düşünüyorum. Bu yüzden, bu krizde yüzeye çıkan eşitsizliklere karşı ilk isyanın George Floyd’un polis cinayetini protesto eden Siyah Amerikalılardan gelmesi tesadüf değildir.

Ders verdiğinizi söylemiştiniz ve şimdi onu online platform üzerinden yapıyorsunuz. Bu yeni çevrimiçi-akademik sistem hakkındaki gözleminiz nedir? Ne tür zorluklar var?

Bence felsefe öğretmenin tek mantıklı yolu sınıf tartışmasıdır ve bu nedenle tüm felsefe derslerim düzenli ders zamanında planlanan Zoom toplantıları ile eşzamanlı olarak yürütülmüştür. Öğrencilerim büyük çoğunlukla bunu takdir ettiler ve sınıf tartışmasının yerini alan çevrimiçi sınıfları küçümsediklerini ifade ettiler.

Marx ve Engels’in post-kapitalist toplum görüşlerinin karşılaştırılmasıyla ilgili yazılarınızdan birinde ABD’de sosyalizme bir ilginin olduğunu iddia ediyorsunuz. Bununla ilgili birkaç şey söyler misiniz? Bu ilgili nasıl açıklarsınız?

Bugün ABD’deki gençler açıkça sosyalizmi tartışıyor ve çoğu durumda onu bir yüzyıla yakın bir zamanda görülmeyen düzeyde kucaklıyorlar. Sanders bunun en yakın nedeni olmasa da onun kampanyasına yansıdı: Siyah, Latin, beyaz, üniversite derecesi olan veya olmayan vs. her bir demografideki 35 yaş altındaki kişilerden oy aldı. Biz sadece bunun başlangıç aşamasında duruyoruz çünkü sosyalizmle ilgilenen insanların büyük bir çoğunluğu ve neredeyse herkesin bildiği “Marksist” ya da sosyalist “teorisyenler” sosyalizmi, değerin “adil” yeniden dağıtımından biraz daha fazlası olarak tanımlar. Bununla beraber, eğer herkesin görmesi için kapitalizmin dehşetini ortaya çıkaracak bir şey varsa, o da bu krizdir. Bu yüzden önümüzdeki dönemde sosyalist bir hareketin daha fazla çekiş gücü kazanmasını bekliyorum. Yeterli derecede ilerleyip ilerlemeyeceği, sadece mevcut kapitalizmi değil, Marx’ın ölümünden bu yana baskın olan devletçi “sosyalizm” ve “komünizm”in başarısız varyantlarını aşan bir sosyalizm vizyonunun olup olmadığına bağlıdır. Bu sadece görmek için değil, katkıda bulunmak için yeterince uzun yaşamayı umduğum muazzam bir görev.

Covid-19’un toplumda bir değişim yaratacağını düşünüyor musunuz? Eğer düşünüyorsanız nasıl bir değişim beklentiniz var?

Zaman bize söyleyecektir: Raya Dunayevskaya’nın son yazılarından birinde dediği gibi, “bu ya şafaktan önceki karanlık ya mutlak karanlığa dalıştır; ancak her iki durumda da görev, şu soruya cevap verebilecek bir kurtuluş felsefesini derinlemesine incelemek ve geliştirmektir. Nereden ve nasıl yeniden başlamalı?”

LEAVE A REPLY

Your email address will not be published. Required fields are marked *

0 Comments

FROM THE SAME AUTHOR