Raya Dunayevskaya’nın ‘Rosa Luxemburg – Kadınların Kurtuluşu ve Marx’ın Devrim Felsefesi’ kitabı, yayın hayatına yeni başlayan Köstebek Kolektif tarafından Melda Yaman çevirisiyle yayımlandı.
Originally appeared here
“1917 Rusya’sından ve ilk kez bir Siyah gördüğüm Chicago gettolarından geliyorum. Bu şekilde başlamamın sebebi –doğrusu bu-, fakat bu şekilde başlamamın sebebi, okuma yazma bilmememdi. Demem o ki, bir sınır kasabasında doğuyorsunuz –bir devrim yaşanıyor, bir karşı-devrim var, anti-Semitizm var- hiçbir şey bilmiyorsunuz, ama birçok deneyim yaşıyorsunuz… Yani, devrimci olduğunuzu bilmiyorsunuz ama her şeye karşı çıkıyorsunuz.”(1)
Türkiye’de kitap yayımlamanın belki de en zor olduğu bir dönemin tam göbeğindeyiz. Yaşadığımız ekonomik şiddet, kitapların üretilememesinden bizzat sorumlu… Yayıncılık sektörü tabiri caizse uçurumdan aşağı yuvarlanmak üzere. Sadece sermayesi büyük yayınevleri ayakta kalabilecek gibi görünüyor. Böyle bir iklimde kitap yayımlamaya cesaret eden yayınevleriyle dayanışmak, okurların, yazarların ve kurumların bireysel ya da kolektif tutumlarını da dönüştürüyor. Butik yayınevlerine ve yeni kurulmuş yayın kolektiflerine destek olmak, hem bireysel hem de Feminist Okumalar atölyelerimiz aracılığıyla kolektif bir emeğe dönüşen çalışma tarzımıza da uygun olduğu için bu yazıyı yazmayı istedim.
Yazıda yayın hayatına yeni başlayan Köstebek Kolektif’in ikinci kitabı, ‘Rosa Luxemburg – Kadınların Kurtuluşu ve Marx’ın Devrim Felsefesi’nden ve yazarı Raya Dunayevskaya’dan söz edeceğim. Kadınların Türkiye’de neredeyse adını dahi duymadığı, Adrienne Rich’in Önsöz’de anlattığı Raya Dunayevskaya’yı tanıtarak başlayayım.
“Dunayevskaya’nın kitaplarına farklı seviyelerde yayılmış olan ve okuyucuyu çarpan ilk şey, sesinin canlılığı, mücadeleciliği, hevesi ve sabırsızlığıdır. Sesi, vücut bulmamış bir entelektüelin yavan sözleri gibi değildir. Tartışır, meydan okur, cesaretlendirir, eleştirir; denemeleri (bir kısmı) doğaçlama konuşmanın yahut bir not defterinin kendiliğindenliğine sahiptir –yüksek sesle konuştuğunu duyabilirsiniz.” (2)
Bu coşkulu halin Raya’da bir kişilik özelliği olmasının yanı sıra, Rosa Luxemburg metinleri, hayatı ve mücadelesi üzerine çalışmanın ona kazandırdığı bir özellik olduğunu da düşünüyorum. Zihnimde Clara Zetkin’le birlikte adımlarken tartışan Rosa’yı izleyen bir başka kadın olarak canlanıyor Raya Dunayevskaya.
Raya Dunayevskaya, 1 Mayıs 1910’da Yaryshiv/Ukrayna’da doğar. Devrim atmosferinde büyürken, on iki yaşında Chicago’daki Yahudi gettosuna getirilir. Bir filozof, feminist ve aktivist olarak yaşamını sürdürür. Marksist-Hümanizm’in kurucusudur. Bir süre Leon Troçki’nin sekreterliğini yapar, daha sonra ondan kopar ve “News and Letters Committees” adında yeni bir örgüt kurup, ölümüne kadar bu örgüte başkanlık eder.
Dunayevskaya’nın adını maden işçileri üzerine çalışırken bir arkadaşımdan duymuştum. Madenci eşlerinin Amerika’daki grevlerde nasıl örgütlendiklerini okumuştum. Kitap çevrilip de bana ulaşana kadar da zihnimde uykuya yatmıştı Raya’nın çalışmaları… Bu arada çeviri emeğini harcayan Melda Yaman’a da teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Onun çalışmalarına, feminizme bakışına bu kadar uyumlu bir metni çevirmesi Türkiye’deki kadınlar açısından önemli bir kazanç, sağ olsun.
RAYA’NIN ROSA’YA YAKLAŞIMI VE ETNOLOJİ DEFTERLERİ
Raya ve Rosa’nın Marksist olmalarındaki ortaklıkları, kadın sorununa, feminizme, diyalektiğe ve bazı başka meselelere bakışlarında birbirinden ayrılıyor. Bu ayrılığın birden fazla nedeni bulunuyor. Rosa’nın içinde yaşadığı dönem, örgütlenme pratiğindeki kadınlara yönelik erkek egemen müdahaleler, Marx’ın ölümüne yakın tuttuğu defterlerden oluşan çalışmalarına eğilememiş olması –ki hâlâ dünyada Marx’ın ‘Etnoloji Defterleri’ diğer çalışmalarına oranla az bilinen ve özellikle önemsenmeyen kitabıdır- gibi eksikleri sayabiliriz. Raya’nın bu görüşümü destekleyen bir pasajına müracaat edeyim. Lenin’in 1914’de Hegel çalışmaya yönelişinden söz eden Raya, Luxemburg’u şöyle eleştirir;
“Luxemburg, kendisini felsefi olarak yeniden düzenlemeye yönelik böylesi bir mevcudiyet hissetmedi. Mehring’in, kendisinin Marx’tan kalan erken dönem ekonomik-felsefi denemelerin tamamı sandığı yapıtları ortaya çıkarmasını övmek dışında, Marx sonrası Marksistlerin Marksist diyalektikle felsefi süreklilik alanında neler yaptıklarını da sorgulamadı.“ (3
Marksistler açısından Marx’a geri dönmek hem bir mefhum hem bir hakikat arayışıdır. Mefhum olarak kaldığında polemiklerin rengi ve içeriği soluklaşır. Raya’nın Marx’a dönüşünü, Etnoloji Defterleri’ne yaklaşımını, aile, özel mülkiyet ve cinsiyet sorunu temellendirmeleriyle birlikte düşündüğümüzde Marx’ın yazılarının bir patika gösterdiğini(4) görebiliyoruz. Bu bağlamda Etnoloji Defterleri’nin Raya Dunayevskaya tarafından yorumlanışına bakmak istiyorum.
“Luxemburg’un 1911’de Kautsky’den kopuşunun ardından, Zetkin de Luxemburg’un konumunu desteklediğinde, 1913’te Parti Kongresi yaklaşırken, Kautsky Bebel’i uyarmıştı: “Bu iki kadın ve onların takipçileri tüm merkezi pozisyonlara saldırı planlıyor”. Bunlardan hiçbiri sosyalist kadın hareketinin temel metninin, sayısız baskı yapmış Kadın ve Sosyalizm kitabının konumunu değiştirmedi.
Bu mit neredeyse bugüne dek devam ediyor. Her halükarda, 1910-11 döneminde, tam da Bebel’in diğerleriyle birlikte Luxemburg’a karşı kampanya örgütlediği dönemde, hem genel olarak SPD’nin hem özel olarak Bebel’in “Kadın Sorunu” üzerindeki otoritesi dünyanın her yerinde tartışmasız kabul görüyordu. Şimdi bu meseleye dönme zamanı geldi. Bu sadece “Kadın Sorununun” örtbas edilmiş bir fenomen olmasının bugünün kadın özgürlükçüleri tarafından kesinlikle kabul edilemez olmasından kaynaklanmıyor; Marx’ın çok farklı kadınların kurtuluşu kavrayışının ilk kez bugün ele alınmasından da kaynaklanıyor. Marx’ın son araştırmaları olan Etnoloji Defterleri’nin (The Etnological Notebooks of Karl Marx) ancak bugün, bizim zamanımızda –ilk kaleme alınmasından yüz yıl sonra- yayınlanmış olması tesadüf değil.” (5)
Üstelik Raya Dunayevskaya bu yazıyı yazdıktan sonra üzerinden yine yıllar geçti ve Türkçe’de 2013 yılında Hil Yayınları tarafından yayımlandığında, ‘Etnoloji Defterleri’ üzerine titiz bir çalışma yürüten Lawrence Krader’in transkribiyle, özenli dipnotlarla yazdığı 90 sayfalık Giriş yazısı da Türkçe’ye çevrilmedi. ‘Etnoloji Defterleri’, toplumsal cinsiyetin kapitalizm öncesinde, kabile toplumlarında nasıl yapılandığını araştıran, ailenin, içinde köleliğin ve serfliğin izlerini taşıyan bir ekonomik nüveye nasıl dönüştüğünü anlatan, dönemi açısından da bugün için de önemli bir çalışmaydı.
Raya Dunayevskaya’nın kitabına önsöz yazan Adrienne Rich’in sözleriyle yazımı bitireyim;
“Sermayenin şekillendirdiği önceliklerin, erkek üstünlükçülüğünün, ırkçılığın, militarizmin hüküm sürdüğü koşullar altında, Dunayevskaya’nın hayatını adadığı bitimsiz bir devrim tasavvuru epeyce zorlaştı. Çoğumuz, hayallerimizde bile, daha azıyla yetiniyoruz. Bu şartlar altında yaşarken, biz “canlı insanların” bütün her şeyin başlaması gereken yer olduğu gerçeğini gözden kaçırabiliriz –acı çektiğimizi reddetme noktasına kadar bile varabilir bu (Rosa Luxemburg, s. 195). Belirli uğraklarda, eğer şanslıysak, “özgür olmanın nasıl hissettireceği” nin deneyimine, parıltısına dokunuruz. Raya Dunayevskaya açıkça, alabildiğine insan olmanın deneyimlerinden, “bunu hissettirecek” deneyimlerden asla vazgeçmedi; bu deneyimin her yerde, her insanın normal deneyimi olmasını istedi.”(6)
Dipnotlar
1 – Rosa Luxemburg Kadınların Kurtuluşu ve Marx’ın Devrim Felsefesi, Raya Dunayevskaya, Köstebek Kolektif, Çevirmen: Melda Yaman, s: 13
2 – A.g.e., s: 16
3 – A.g.e., s: 206
4 – A.g.e., s: 205
5 – A.g.e., s: 35
6 – A.g.e., s: 24
0 Comments